8 Şubat 2012 Çarşamba

Beyaz Gemi

"MERHABA, BEYAZ GEMİ, BEN GELDİM!"

Bazı kitapları sadece zaman geçirmek için okursunuz.
   
Bazılarını sırf okumuş olmak için…

Hatta bazılarını, herkesin elinde olduğu için alırsınız elinize.

Ama Beyaz Gemi onlardan biri değil. Bir kere, iki kere, üç kere okuyabilirsiniz Beyaz Gemi’yi. Her seferinde de zevk alırsınız, yeni bir şeyler bulursunuz. Her yeniden okuyuşunuzda o çocuğu yeniden seversiniz, ihtiyar Momun’un haline üzülürsünüz, Orozkul’a hem kızarsınız hem de acırsınız. Ama Bekey Teyze’yi, Nine’yi, Gülcemal’i pek tanımazsınız. Çünkü Aytmatov pek anlatmamıştır onları, nedense. Orozkul’un baba olmayı ne çok istediğini veya Momun’un köklerine ne denli bağlı olduğunu hissedebilirsiniz sayfalarda ama Bekey Teyze’nin sadece yediği dayaklara ve söylediği ağıtlara ev sahipliği yapar aynı sayfalar. Ya da Orozkul’u biraz da olsa seversiniz yaptığı tüm o gaddarca şeylere rağmen; çünkü insan olmasından kaynaklanan yanlışlardır hepsi ve Aytmatov bunun farkına varmamızı sağlar. Halbuki, pek bahsetmez. Kitap bittikten sonra hiçbir iz bırakmaz Beyaz Gemi’nin kadınları.

Aslında Beyaz Gemi’de önemli olan ne kadınlardır, ne Orozkul, ne de Momun. Kitabın kahramanı sekiz yaşında bir oğlan çocuğudur. Anlatılanlar, onun “çocuk ruhunun bağdaşmadığı her şeyi reddetmesi”dir. Ve bununla avunmaktadır “adsız oğlan” ı yaratan Cengiz Aytmatov. Çocuk, “bir kez yanıp sönen bir şimşek gibi” yaşamıştır. “Şimşeklerin kaynağı göktür, gök ise sonsuzluktur.”

Cengiz Aytmatov’un yeni Türkçe baskı için yazdığı önsözü okurken (bu, Beyaz Gemi’yi üçüncü okuyuşumdu) gördüm ki Beyaz Gemi’deki “adsız oğlan”ın adsız olduğunu hiç farketmemişim. Adını sorsalar söyleyemezdim elbette ama “adsız” olduğu ya da ona kendimce bir ad takmam gerektiği aklımın ucundan dahi geçmezdi. Çünkü onu kepçe kulakları, yusyuvarlak ve kısacık saçlı başı, incecik bedeniyle karşımda görebiliyorum; öylesine tanıdık ki. Her şeye rağmen mutlu bir çocuk o. Ormanın kıyısında kimsesiz dikilip duran üç evin tek çocuğu olsa da bir sürü arkadaşı var: dürbünü, kayalar (Deve, Kurt, Eyer, Tank ), otlar, dedesinin yeni aldığı çantası… Ve dedesinin anlattığı masallar, en çok da “Boynuzlu Geyik Ana” masalı. Her şeyin sebebi biraz da bu masal zaten.

Biraz daha ilerleyince bir şey daha görüyorum: Beyaz Gemi’de kaybolan o çocuğun şimdi nerede olduğunu hiç merak etmemişim. Çünkü ne insan başlı bir balık olmasına, ne yüzerek Isık-Göl’deki beyaz gemiye ve hiç görmediği babasına ulaşmasına, ne de yüzdükten sonra yorulup kıyıya çıkmasına izin vermişim. “Adsız oğlan” ırmağa atladığı anda vazgeçmişim ondan.

Aslında her şey bambaşka olabilirdi, Bekey Teyze bir çocuk doğurabilseydi eğer… Ya da ihtiyar Momun’un oğlu savaşta ölmemiş olsaydı… Ya da kızlarının kaderi daha güzel olsaydı… Ya da Beyaz Gemi gerçekten “adsız oğlan”ın babasını taşısaydı ve “adsız oğlan” ince boyunlu bir insan balık olup yüzerek babasına gidebilseydi… Ya da boynuzlu geyik ana gerçekten var olsaydı da gelip kurtarsaydı “adsız oğlan”ı…

Evet, ırmağa atladığında balık olamadı, Isık-Göl’e kadar yüzemedi, beyaz gemiye “Merhaba!” diyemedi ama 2001 yılında elli yaşına girdi “adsız oğlan”. Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi’si yüz elliden fazla dile çevrildi ve dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan tanıyor “adsız oğlan”ı. Beyaz Gemi her okunduğunda bir kez daha söyle Aytmatov, “adsız oğlan”ın yerine: “Merhaba, beyaz gemi, ben geldim!”

Ekim HELHEL
 
;