26 Şubat 2012 Pazar

Portakal Gaste 6. Sayı Çıktı!

6. Sayımız dopdolu içeriğiyle geç de olsa çıktı :)

Tam 48 sayfa ve tamamen ücretsiz!!!

6. sayımızı bu hafta içi okulun her yerinden bulabilirsiniz; amfiler, kantinler, kütüphane, yemekhane... Fizyoloji anabilim dalının bulunduğu kattaki pdö odasına -aynı zamanda TEÖK odası- öğle araları uğrayıp temin edebilirsiniz ;)

6. Sayıda neler var?

-Bir Hacettepe Efsanesi: Prof. Dr. İskender Sayek

-Tarhanacı hoca İsmail Çelik

-Hacettepe Üni. Basketbol Takımı ve Murat Kaya'yla söyleşi

-Alp Bayramoğlu ve Mutlu Hayran'la söyleşi

-Sonu kötü biten öğrenci düşünceleri

-Sosyal Medya Geyikleri

-Çok eğleneceğiniz bir oyun hazırladık: Tabu

-Merakla beklediğiniz anket sonuçları

-Behçet Hastalığına adını veren Hulusi Behçet

-Derslerde veya stajlarda yaşanan komik olaylar

-Köşe yazıları

-Tiyatro tanıtımları

-Kitap Tanıtımları

-Tıp haberleri

-Şiirler

-Ve sürprizler :)

Katkılarından dolayı sponsorumuz TUSEM dershanesine teşekkür ederiz.
Devamını oku
19 Şubat 2012 Pazar

Daha İleriye, En İyiye...

Öğrenci Temsilciler Konseyi'nin ve 18 Şubat Cumartesi günü yapılan rektör-öğrenci toplantısına katılan öğrencilerin önerileri doğrultusunda rektörümüzün aldığı kararlar:

1) Öğrenci kafeteryasında 2 TL olan öğrenci yemeginin fiyatı 1 TL olmuştur.

2) Bahar dönemi itibariyle,ihtiyacı olan,1600 öğrenciye burs verilecektir.Bu yardımdan yararlanabilmeniz için;rektörlükten alınacak olan formu doldurmanız gerekmektedir.Yemek bursuna başvuran arkadaşlarımızın burslarının verilmesine başlanmıştır.

3) Öğrenciler hem kendi aralarında hem de rektörlük arasında iletişimin kolaylaştırılması amacıyla -edu- uzantılı bir forum sitesi ve okulda olup biten her turlu yenilikten daha kolay haberdar olunması amacıyla "Hacettepe Bülteni" en yakın zamanda hayata geçirilecektir.

4) Değişecek olan T.C. Anayasasıyla ilgili fikirler Hacettepe Bülteninde tartışılacak ve üniversite senatosu tarafından değerlendirilecektir. Üniversitemizin hazırlayacağı ve nisan ayında T.B.M.M.'ye sunacağı anayasa taslağına öğrencilerinde birebir veya temilciler aracılığıyla katkıda bulunması sağlanacaktır.

5) Okulumuzda bulunan özel veya üniversite markalı kantinlerde satılan ürünlerin fiyatları rektörlük tarafından belirlenecektir ve kesinlikle bu fiyatların üzerine çıkılamayacaktır

6) Mayıs ayında yapılacak olan şenliklerde, alkollü ürün satışı yasaklanacaktır.

7) Hacettepe Üniversitesi öğrencileri ücretsiz olarak 360 saat ingilizce dersi alabileceklerdir.(Uzaktan eğitim sistemiyle-internet veya sabit bir ağ üzerinden)

8) Yemekhanemizdeki yemek kombinasyonları tekrardan değerlendirilecektir. Yemekhanemizde çıkan ızgara türü yemeklerin yanında soğuk içeceklerden verilecek.

9) Yemekhanelere televizyon konulması istenmiş şu anda karar verilme aşamasındadır.

10) Öğrenci evlerinden alınan aidata katkı payları ve aylık ücretleri makul koşullara taşınmaya çalışılacaktır.

11) Kampüs içi yada dışında taciz olayına karışan öğrencilere veya sivillere ağır yaptırımlar uygulanacaktır. Bununla ilgili maddeler,okulumuzunda üzerinde çalıştığı ve değişecek olan T.C. Anayasa taslağına konulacaktır.

12) Öğrenciler sunmak istedikleri bilimsel projeleri,kurulacak olan,"Proje Merkezine" sunabilecekler.

13) Erasmus ve Socrates programından farklı olarak,yurtdışında anlaşılan üniversitelerle öğrenci değişim programı uygulanacaktır.

14) Okulumuzda satışı yapılan tek çeşit içeceklerin ve yiyeceklerin çeşitleri arttırılacaktır. (Sadece Damla Su satımı yerine farklı marka suların satılması gibi)

15) Üniversitemiz öğrencilerinden vefat edenleri yaşatmak için isimlerinin verildiği anıtlar yapılacak.

16) Tüm topluluk uygun olan istedikleri her yerde (amfi, sınıf, salon, yeşil alan vs.) en geç 3 gün önceden etkinlik bilgisini vermek koşulu ile etkinlik gerçekleştirebilecekler. Açıklama: Önceden yapılan uygulamada dekanlık ve rektörlük izni gerekiyordu. Yeni kararla izin alınmasına gerek kalmayacak. Farklı etkinliklerin çakışmaması için en az 3 gün öncesinden haber verilmesi gerekmektedir.

17)Öğrenci evleri ve yurtlar arasındaki yaşam standartları farkı önümüzdeki yıldan itibaren birbirine çok yakın seviyeye ulaştırılacaktır.

18) En yakın zamanda İntörn ve Tıp Fakültesi sorunlarıyla ilgili dekanımız ve rektörümüzle birlikte genel katılımlı bir toplantı yapılacaktır.

REKTÖRÜMÜZE VE EMEĞİ GEÇEN HERKESE TEŞEKKÜR EDİYORUZ.

Kaynak: Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer
Yazıyı toparlayıp hazırlayan: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Temsilcisi Mustafa Şenol Akın
Devamını oku
14 Şubat 2012 Salı

Dekan Adaylarını Belirleme Seçimi Sonuçları

13 Şubat 2012 tarihinde yapılan Tıp Fakültesi Dekan Adaylarını Belirleme Seçiminde:

Kullanılan Oy Sayısı : 717
Geçersiz Oy Sayısı : 101
Geçerli Oy Sayısı : 616
Geçerli Oyların Adaylara Dağılımı :
Prof. Dr. Nüket Örnek Büken : 167
Prof. Dr. Gülsev Kale : 299
Prof. Dr. Sarp Saraç : 383
Prof. Dr. Bülent Sivri : 383

Bundan sonraki süreç şöyle işleyecek. Rektörümüz Prof. Dr. Murat Tuncer en yüksek oyu alan 3 adayın ismini YÖK'e gönderecek. YÖK de atamayı gerçekleştirecek.

Portakal Gaste'nin anket sonuçları ise şöyle çıkmıştı:

Nükhet Örnek Büken: 40 (12%)
Gülsev Kale: 44 (13%)
Sarp Saraç: 68 (20%)
Bülent Sivri: 92 (27%)
Kararsızım / Hiçbiri: 96 (28%)
Devamını oku
12 Şubat 2012 Pazar

Prof. Dr. Mustafa Oğuz Güç

Oğuz Hocamızı, arkadaşlarının ağzından tanıyalım…



“Vefatından yaklaşık yirmi gün kadar önceydi. Bir cuma günü ben yemeği, öğrenciliğimden alışık olduğum için yine zaman zaman gittiğim Hamamönü’ndeki Merkez Oktay Lokantası’nda yemeye karar verdim. Bir yer seçtim oturdum. Bu lokanta 24 saat açık, fiyatları çok uygun, yemekleri seveni için bağımlılık yapan, orta hallinin altındaki insanların, öğrencilerin yemek yediği şıklık fakiri bir yerdir. Baktım karşıda Oğuz abi. Beni görmemiş. Yanına gittim. Şaşırdı: “Sen de gelir miydin buralara Musticiğim!” dedi. “Evet abi elbette gelirim, ben de sizi gördüğüme şaşırdım! “ dedim. Gülümsedi. Ben gerçekten şaşırmıştım. Michelin üç yıldızlı lokantalarını, İspanya’da en iyilerinin San Sebastian’da olduğunu anlatan birini Merkez Oktay’da görmeyi hiç beklemezdim. Sonra ben garsona yemeği ısmarlarken açıkladı: “Bugün kemoterapi aldım, bol soğan bulantımı bastırıyor!” Yemeklerin bitmesine yakın yanımdaki sandalyede duran, siyah çantasını istedi. Çantayı açtı ve içinden kağıt peçeteye sarılmış biraz çikolata çıkardı. Bana, Garson Şahin’e ve oradakilere ikram etti. Sonra çikolata ile ilgili detaya girdi: “Bu çikolatayı en iyi Ulus’ta Ali Uzun’da bulursun. Batırma çikolata. Hele yeni mahsülse yemeye doyamazsın. “Glase” portakallı olanının tadı çok iyidir. Fiyatı da Paris’e göre çok uygun. Ben Dicle’yi Ulus’a götürmeyi bu çikolata sayesinde başardım!” Yemek bitti. Garson Şahin’e benim o güne kadar Merkez Oktay’da şahit olduğum en yüksek bahşişi verdi. Masadan kalkarken Şahin kulağıma eğilip fısıldadı: “ Baba çok hasta! “ Gerçekten çok doğruydu, “Baba çok hastaydı!“ Yemekten sonra Hamamönü’nde, köstekli saatçisine uğradık, Çaycı Enver’de kahvelerimizi içtik. Kahvenin sonuna doğru karşıdan gelen bulutları gösterdi. “Beş dakikaya kadar yağmur başlar. Kalkalım” dedi. Kalktık. Ben onu caddenin karşısına geçirdim. taksiye bindi. Uzaklaştı. Yağmur başladı. Yürürken kendi kendime: “Bak yine bildi” dedim. 

Merkez Oktay’daki karşılaşmamızdan herhalde bir hafta on gün kadar sonraydı. Oğuz abi Onkoloji Hastanesine yatmıştı. Ziyaretçi kabul edebiliyordu. 95-2 numaralı odasında ziyaretine gittim. Giderken elim boş olmasın diye o sevdiği Ali Uzun ‘glase’ portakallı batırma çikolatalarından aldım. Odaya girince daha lafa başlamadan elimdeki poşetten içeriği anladı: ‘Musti ne adamsın lan!’ dedi. ‘Paketin üstünden biraz aşırdım abi çok güzeller’ dedim. Kesekağıdını açtı, kokladı ‘Hem de yeni mahsul’ dedi. Ben abi nerden biliyorsun?’ diye sorunca, çikolataların altlarında kısmen yapışmış olarak kalan kağıtları gösterdi. Bu Oğuz abiyi son görüşüm oldu.

Vefatından bir gün evvelmiş. Onkoloji Hastanesinin önünde bir toplantıya gitmek üzere birkaç arkadaşı bekliyorum. Oğuz abinin yukarıda olduğunu bilmeme rağmen ziyaretine gitmiyorum. İbrahim abi (İbrahim H. Güllü) birkaç gün evvel ‘Ziyarete gitmeseniz iyi olur!’ dedi diye. Ancak içim sıkılıyor. Yukarıdaki Oğuz abiyi düşünüyorum. Lütfü abi (Lütfü Çöplü) dispnesinin verdiği eziyeti anlatmıştı masada o öğlen yemeğinde. Yaklaşık yirmi yıl şiir yazmamışlıktan sonra, birden bir iki mısra geliyor zihnime. iPhone’a hemen not ediyorum:

Zor bahar
M. Oğuz Güç’e
Ölmek ölümden zor,
Köprü kabirden dar.
Mukadderat buz gibi kor.
Kavuşuruz hangi bahar?

Ertesi gün akşama doğru vefatını öğreniyor ve onkolojiye koşuyoruz. 2009 ilkbaharının [zorbaharının] son günlerinde, ‘Kendi kişisel menkıbesini’ en iyi bir biçimde noktalayan bu adamla bakalım hangi bahar tekrar kavuşuruz? ”
Prof. Dr. M. Mustafa Aldur
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anatomi Anabilim Dalı


 

 “Yeri doldurulamayacak kayıplar vardır. Benim için Oğuz da onlardan biri idi. Öyle “yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmezdi” diyemeyeceğim.. Gerçi hemen her öğle yemeğini birlikte yerdik ama o yemeklerin arkadaşlık ötesi kurumsal bir platform oluşturduğu hepimizin malumu. Her zaman görüşür müydük? Eh, ne de olsa aynı anabilim dalındayız, aynı laboratuvarlarda çalışırdık. Her konuda ortak mıydık? Hayır. Kongreleri, toplantıları saymazsak, yolculuklara da birlikte çıktık sayılmaz. Ama herkesin tarihinde önemli günler, dönüm noktaları vardır. Benim için Oğuz her şeyden önce öyle günlerin adamı idi.

En başa dönecek olursak, 1986 yılının Ekim ayında, Tıp Fakültesini henüz bitirmişken, mecburi hizmete gitmeden önce, merdiven altındaki fotokopicide stok makale çektirmek için sıramı bekliyordum. Hemen arkama o sırada farmakolojiye yeni başlamış olan Oğuz geldi. Dönem 3’ten beri (o benden iki dönem öndeydi) birbirimizi bilirdik ama özel bir yakınlığımız olmamıştı. Benim temel tıp makaleleri çektirdiğimi görünce her zamanki girişkenliği ile sordu: “N’aber, n’apıyorsun?”. Ben de klinik tıp yapmak niyetinde olmadığımı, mecburi hizmeti bitirince yurt dışında fizyoloji ya da biyokimya

yapmaya niyetli olduğumu anlattım. Konuşurken, aramızda, bir yakınlık doğdu, fotokopiciden birlikte çıktık. Giderek muhabbet koyulaştı; Oğuz’da karşısındakini cezbeden parlak bir taraf vardı. “Seni bölüme götüreyim, bizimkilerle tanıştırayım, sen de farma’ya gel, oradan yurt dışına gidersin” dedi. Geliş o geliş. O zamandan beri mesleki hayatıma birebir tanıklık eden yakın bir ilişki içinde olduk. O’nun meslek hayatını da ben gözlemledim. Kanımca Oğuz, Türk Farmakoloji Camiası için bir cazibe noktasıydı. Çoğu kez ilk elden şahit olduğum gibi, bulunduğu her platformda etkileyici ve ışıltılı haliyle, karşısındakine daha ilk karşılaşmada “ben de öyle olmak istiyorum” dedirtmeyi becerirdi. Bu “aura” öyle herkeste bulunmaz. Bana göre, kaybının camia içinde yarattığı dalgalanma da bunun en güzel kanıtı olmuştur.

Oğuz’un ailesi önemliydi, mesleği önemliydi, dostları önemliydi, memleketi önemliydi ve bunu etrafındaki herkes hissederdi. Atfettiği “önem”, öyle egoistçe değil, içten gelen ve kendi var oluşunu tanımlayan bir önemseme idi. Yaşamı ile ilgili her şeyi ciddiye alan, ama bir yanı ile daima bir optimizm ve mizah içeren bir anlayışı vardı. Ona zengin bir ilişki ağı kurmasını sağlayan belki de işte bu samimiyet olmuştur. Kendini tanımak dahil, her şeyi her zaman merak etmek Oğuz’un yaşam biçimi idi ve her ahval ve şerait içinde sürdürülmesi gerekiyordu. Uzun hastalık aylarında bile merak etmekten vazgeçmedi. Sadece bu konuda tevekkül göstermedi sanırım. Çünkü ancak o zaman, kendini yaşam karşısında pes etmiş sayardı.

Hacettepe kafeteryasında, her seferinde Oğuz’un o günkü gündemi belirleyecek konuyu ortaya atmasını bekledik. Uçak nasıl uçardan, dünya meselelerine, etimolojiden antropolojiye, ilaç yan etkisinden botanik ve zoolojiye, Hacettepe dedikodularına ve hatta gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine kadar her şey Oğuz’un gündemine girebilirdi. Konunun ne olduğundan çok nasıl ele alındığı ve ne sonuçlara varıldığı daha önemliydi. Agresif tarzının ve lafı eğip bükmeden konuya girmesinin masada dalgalanmalar yarattığına şahit olmayan yoktur. Adeta düşüncelerimizin kışkırtıldığı, yeni kapıların açıldığı, bir bilinç genişlemesi, ya da bazıları için, bir “sarsılma” halinden söz ediyorum. Onun varlığı ortamı zenginleştiren başlıca unsur idi. Zaman içinde Oğuz’un odasında geçirdiğimiz saatler, benim için adeta yaşadığımız olayların, durumların analiz edildiği bir çeşit psikoterapi seansı oldu. Onun da bu konuda benzer duygular hissetmiş olduğunu tahmin ediyorum. Bu sürece karşılıklı olarak “update” (güncelleme) derdik.



Oğuz’un meslek yaşamının uzun bir kısmına tanıklık etme fırsatım oldu. Arkadaş sohbetlerimizin arasına giren öğrencilerle kurduğu diyalog, diploma törenlerinde aldığı tezahürat, odasına gelip de sorunlarını ve hatta yaşam planlarını anlatan namütenahi öğrenci trafiği, her öğretim üyesinin gıpta edeceği düzeyde idi. Bu “karizmatik” tarafının altında daha derin ve İskoçya’daki eğitiminin de izlerini taşıyan profesyonel bir “mentor”luk olduğunu görmek gerek. Oğuz, popüler olmak için öğrencilerin gönlünü hoş tutmaya çalışmazdı. Mesela çok revaçta olan dönem derslerine girmek isteyen öğrenciler, o amfiye girmeden yerlerini almış olmalıydılar; yoksa içeri alınmazlardı. Derste dikkatini dağıtanlar amfiden fırça yiyerek atılmayı göze almalıydılar. Asistanlardan beklentisi (birçoklarının karşılayamayacakları kadar) yüksekti. Hak ve sorumlulukların karşılıklı olarak eksiksiz yerine getirildiği bir asistan-hoca ilişkisine hazır olmalıydılar. Madem bilim ile uğraşmayı bir yaşam biçimi olarak seçmişlerdi, öyleyse kendi yaşamlarında da bunun yansımalarını göstermeliydiler. Bilgileri, tavırları, tutumları, kararları hatta zaafları ona göre olmalıydı. Kısaca, öğrencilerin klasik usta-çırak ilişkisinin ötesine geçmeyi becermeleri gerekliydi. Asistan daha iyi olacak, hocasını zorlayacaktı; hocanın adeta nefesi yetmeyecekti. Bazen kendi aramızda nazire yapmak için “Çırak, usta gelmeden dükkanı (poligraf) açacak, çayı neyim yapmış olacak” diye dalga geçerdik. Oğuz’un mentor olmayı adeta bir “yaşam koçu” olmak gibi algıladığına dair bir kuşkum yok.

Birçok konuda Oğuz ile aynı düşüncede olmadık ama bu aramızdaki dostluğu etkilemedi, aksine katkıda bulundu. Bunda düşüncelerimizden çok, düşünce frekanslarımızın uyuşmasının payı büyüktür. Farklı yollardan geçerek benzer sonuçlara ulaştığımız da çok olmuştur. Acaba yaşıt olmanın getirdiği, aynı zaman diliminde, benzer çevrelerde yetişmiş olmanın bu frekans uyuşmasında payı var mıdır? Bilemiyorum ama, ölümünden sonra bir türlü girilemeyen bilgisayarının şifresini, kendi yazdığı ipucundan çözüp de açabilince, en azından kendi payıma “işte tanıdığım ve anladığım arkadaşım Oğuz” dedim. Sonra şöyle bir hisse kapıldım, sanki biraz sonra kapıdan içeri girip “Anlat bakalım Hakan abi..”diyecek gibi.. ”

Prof. Dr. Hakan S. Orer
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Farmakoloji Anabilim Dalı


 

“Oğuz’u öğrenciliğinden bu yana tanırım. Atak, çalışkan bir öğrenci idi. Mecburi hizmet ve kısa süren kadın doğum uzmanlık eğitimi deneyiminden sonra döndü, Hacettepe Farmakoloji’ye geldi. Esas dostluğumuz da her ikimizin de eğitimlerimizin yurt dışı kısımlarını tamamlayıp döndükten sonra Hacettepe’de öğlenleri aynı masada yemek yemeğe başladığımız zaman gelişti. Ben Dr. Oğuz Güç’ü o zamandan itibaren tanıdım. Oğuz ilk bakışta kendi deyimi ile “farmakolog olmanın gereği her şeye maydanoz” bu nedenle de biraz itici gelen bir görünümde BİR BİLEN idi. Bu özellik pek çok kişiye yakışmaz. Kişiyi hakikaten itici yapabilir. Ancak Oğuz’u yakından tanıyınca anlıyorsunuz ki onun bir bilenliği sonradan zorla yerleştirilmiş bir özellik değil, aksine kişiliğinin bir parçası, onun temel özelliklerinden biri. Bu nedenle de ona çok yakışıyor. Bazen papyon kravat takıp geldiğindeki CİN ALİ görünümü tam bu özelliğinin dışa yansımasıdır. Bir bilen dediysem, bazı konuları ilgi alanı içinde tutup bu konularda fikir yürütebilen demiyorum. Gerçekten çok değişik alanlarda ilgisi ve bilgisi olduğunu söylüyorum. Siyaset, dünya coğrafyası, dinler tarihi, olmadık bir ilaç grubu, hangi alana giderseniz Oğuz size yeterince açıklamalarda bulunabilir ve eğer kendince yeterli değilse yemekten döndüğünüzde e-postanızda konunun devamını ve o konu ile ilgili bir site adresini bulabilirsiniz, tabi ki Oğuz tarafından gönderilmiş. Oğuz bir arkadaş canlısı gönül adamı idi. Yine bizim meşhur öğlen yemeklerinde “baklava Türk müdür, Yunan mıdır? Sorusuna bir Gaziantepli olarak Arap kültüründen olabileceğini söyler, bir hafta sonra masamızda Şam Semiramis Pastanesi’nden kargo ile getirilmiş değişik tatlıları tadıyor olursunuz. Bu kadar bilimsel, bir o kadar da ince düşünülmüş hareket kimden gelir. Tabi ki Oğuz’dan.

Geçen yıl Yakın Doğu Üniversitesi, Tıp Fakültesi açılış dersine Oğuz’u davet ettik. Kıbrıs’ın sıcağı malumunuz. Üniversite cübbesi ile dersini anlatıyor. Ter içerisinde. Oğuz sıcak oldu cübbeni çıkar istersen dedim, tabi ki çıkarmadı. Bir derslik süre içerisinde buradaki öğrencilerini olduğu gibi Yakın Doğu Üniversitesindeki öğrencilerini de etkiledi, onlara örnek oldu. Oğuz çok iyi bir öğretmendi. Meslek hayatımızda hep bir arada olunca tabi ki birbirimizin mesleğe ait özelliklerini öğreniyor, arkadaşlıklar geliştiriyoruz. Oğuz iyi bir arkadaş, iyi bir öğretmen idi. Ama bir de fakülte dışındaki yaşantılarımız var. Oğuz’un ne kadar iyi bir eş, ne kadar iyi bir baba, ne kadar iyi bir evlat olduğunu bütün yakın arkadaşlarımız bilir. Yaklaşık üç yıl önce Oğuz’un yutma güçlüğü varmış ve özafagoskopi yapılmış. Biyopsi alınmış derken kalleş hastalık ortaya çıktı. İçim cız etti. Ölümcül bir hastalığı, ölümü yakıştırabileceğim son kişidir Oğuz. Sonra ciddi bir savaş başladı. Ailesinin, arkadaşlarının candan desteği ile Oğuz kanserle savaştı. Kelimenin tam anlamı ile savaştı, üstelik son dakikaya kadar. Bütün daha önceki sorumluluklarında olduğu gibi o kadar uğraştı ki bir an hepimiz kazanacağına inandık. Hep umuyorduk zaten bunu başaracağını ve bir dönem de olsa hakikaten hep beraber inandık, olacaksa bu iş. Oğuz bu güçlüğü yenecek. Ama lanet hastalık işte… Oğuz çok erken ayrıldı aramızdan. Ona yakışacak bir cenaze töreni için uğraştık. Ben böyle cenaze töreni görmedim. İyi bir insan, arkadaş, hoca, eş, baba, evlat Prof. Dr. Oğuz Güç’ün cenaze töreni eminim tam kendisinin istediği gibi çok güzel bir tören oldu.

Güzel insan güzel bir törenle üniversitemizden uçtu gitti.

Sevgili Oğuz, seni hepimiz, en çok da masa arkadaşların özlüyoruz. Gün yok ki adın anılmasın. Mekânın cennet olsun demeyeceğim, orada olduğundan eminim.

Günü geldiğinde görüşmek üzere benim sevgili arkadaşım.”

Prof. Dr. Serhat Ünal
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları Anabilim Dalı İnfeksiyon Hastalıkları Ünitesi
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı

Kaynak: mustafaoguzguc.com

















Devamını oku

Prof. Dr. Hüsnü Göksel (1919-2002)


Hayatı
1919 yılında Bandırma'da doğan Göksel, 1943 yılında İstanbul Üniversitesi'nden mezun oldu. 1950 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde Genel Cerrahi Uzmanı, 1951-53 yıllarında Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde, 1953-55 yıllarında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Genel Cerrahi Başasistanlığı yaptı. 1956 yılında Üniversite Doçenti oldu. 1956-60 yıllarında Amerika Birleşik Devleti Columbia Üniversitesi'nde Kanser Cerrahisi ve Cerrahi Patoloji eğitimi gördü. Yurda dönüşünde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümüne Doçent olarak girdi. 1961-65 yıllarında Ahmet Andiçen Kanser Hastanesi'nin kuruluş, çalışma ve eğitimi ile görevlendirildi. 1965 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Profesörü oldu. 1986 yılında isteği ile emekliye ayrılarak o zaman Organ Nakli Hastanesi olan şimdiki Başkent Üniversitesi'ne geçti. 1984-88 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu Üyeliği de yaptı.



16 Nisan 1919 yılında Bandırma’da bir askeri hekimin oğlu olarak doğar Hüsnü Göksel. Babasını doğduktan sonra uzun süre yanında göremez. Tıpkı doğduğu yerden gelen ZİTO VENİZELOS* sesleriyle uzaklaştığı gibi babası da Anadolu’dan gelen aynı seslerle Yunan adalarında başlayan esaret günlerine başlar.
''Yunan bayrakları, Yunan askerleri vardı o kasabada, hüzün vardı ve sen vardın. Mustafa Kemal Paşa idi adın ve o zaman Kemal Paşa olarak geçerdi dualar arasında. Tek umut ışığı idin Kurtuluş için. Küçücük kafamın içinde kocaman bir insandın sen, insanüstü idin, tek başına düşmanlara karşı dövüşüyordun.
Onları yenip esaretteki babamı getirecektin bana. Bu kadarcıktı beklentim senden. Resmini görmemiştim ama biliyordum, duyuyordum, yüzün güzeldi. Öyle olmasa şarkılar söylenir miydi güzelliğin için;
Dünyalara bedeldir mah cemalin
Allah’ıma emanettir Kemal’im, diye?
Kasabamızda Rumlar sadece Kemal derlerdi sana. Bir gün ben balkonda oynarken bitişik balkondaki Rum komşu hanım, anneme seslenmişti
- Komşu, bizimkiler Kemal'i esir almışlar, yaralıymış...
Annem hiç yanıt vermeden elimden çekip içeri almıştı beni. Kemal Paşa da esir olduğuna göre, demek babam dönmeyecekti artık. İçin için ağladığımı anımsıyorum. Umarsızdım. Bütün gece dualar edilmişti senin sağlığın için, Allah’ıma emanettin Kemal’im.''
Komutan mı? Kaymakam mı? Derken babasının Türkiye’ye esirlikten kurtulup gelmesiyle fikrini değiştirir. Silivri iskelesinde günlerce beklediği babasının gelmesiyle komutan ve kaymakamın ona duyduğu saygı onu askeri hekim olmaya yönelir.
Babasının tayini nedeniyle Erzincan’da ilkokula başlar. Sonrasında yine bir tayinle Ankara’ya gelir. Hacettepe’yle tanışıklığı bugünlerde başlar. Hamamönü’ndeki İnönü İlkokulu’nda 4.sınıfa kayıt olur. Ortaokula başladıktan sonra yine babasının tayini çıkar ve yıllar sonra Kenan Evren Anadolu Lisesi ismini alacak Kadıköy Ortaokulu’nda öğrenimine devam eder. Bu çok uzun sürmez.
Hayatının büyük kısmını geçireceği Hacettepe’yle yolları gene kesişir. Karacabey Hamamı’nın önündeki yeni evlerinde Ankara Erkek Lisesi orta kısmına devam eder.
Ankara Erkek Lisesi’ne devam ederken Hüsnü Göksel’in yazılarında ve hayatında önemli yer tutan Askeri Dikimevi‘nin bulunduğu semtteki Musiki Muallim Mektebine (sonraki ismiyle KONSERVATUAR) yakın bir eve taşınırlar. Orada oluşan sanatçı dostlukları onu ömrü boyunca yalnız bırakmayacak, konserlerde, değişik sanatsal etkinliklerde kendisini gösterecektir.
Yazın çevrelerine ilk adımını Ankara Erkek Lisesi’nde Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın çıkarmış olduğu SESİMİZ dergisinde çıkan şiir ve yazıları ile atar.
Hüsnü Göksel, Ankara Erkek Lisesi’nden yazı yazdığı Sesimiz dergisini çıkartan Orhan Veli’ye bir şiirle seslenmiştir.
Miras
Orhan Veli'nin anısına
Dedem bu şehirde aşık oldu
Eleni'ye
İftardan sonra
Samur kürkünü giyip gittiği kahvede
Dinlerken incesazdan
Suzidilârâ faslını
Ya da dinler görünürken
Sultan Mahmut'un tebdil öykülerini
Sahura kadar
Hep
Eleni'yi düşünürdü


ATATÜRK
1937 yılında FKB dersleriyle Darülfunun’dan kısa bir süre önce yapılan reformla dönüştürülmüş üniversiteye başlayan Hüsnü Göksel için 1938 sonbaharı tüm Türkiye için olduğu gibi çok zor geçer. Ve bir kasım günü Beyazıt Kulesi’ndeki bayrağın yarıya indirilmesi ile acı haberi alır.

Hüsnü Göksel, Dolmabahçe’den Karaköy’e yürüyen kortejin önünde Tıp Fakültesi temsilcisi olarak yürüyüşe geçer ve vapurla boğazı geçtikten sonra katafalkla beraber Anadolu’nun kalbine yüksek Haydarpaşa merdivenlerini tırmanarak yol alır; çünkü İstanbul bilirdi ki  Anadolu olmasaydı var olamazdı, ona ihtiyaç duymaktaydı. O nedenle merdiven çıkılarak ulaşılmalıydı.
Hacettepe ile yolları bu üzücü zamanda bile kesişmektedir.  Atatürk’ün 21 Kasım 1938 günü Hacettepe yakınlarındaki Etnoğrafya Müzesi’nde başlayan geçici konukluğu, tanıklık eden Hüsnü Göksel’in başasistan olarak imzasının olduğu bir yazı ile 15 yıl sonra tamamlanmış ve ebedi istirahatgahı Anıtkabir’de sonlanmıştır.
"Ama hepimiz 'Atatürkçüyüz' sevgili Atatürk'üm. Senden korktuğumuz için bir 'şekil Atatürkçülüğü' icat ettik. Olur olmaz her yere senin adını veriyoruz. Seni öldürürken yine senden güç alıyoruz. Seni öldürürken bile önümüzdeki kürsüde büstlerin, arkamızdaki duvarlarda resimlerin eksik olmuyor. (...) Ne yapıyorsak senin adına, senin arkana saklanarak yapıyoruz. Utanıyorum, Atatürk'üm, söylemeye utanıyorum. Utancım bir mıh gibi kalbime saplanıyor.". Bundan sonra yazılarımda, konuşmalarımda senden alıntı yapmayacağım. Davranışlarımda, eylemlerimde seni yanıma almayacağım. Bundan sonra sensiz olacağım. Sen bana kendini emanet etmedin. Sen bana, benim gibi bugün hâlâ 20 yaşında olan Mustafa Kemal'lere Cumhuriyeti emanet ettin, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni. Ona sahip çıkacağım. O, benim Cumhuriyetim, benim laik Cumhuriyetim. Ona sensiz, senden güç almadan, senin gölgene sığınmadan sahip çıkacağım, koruyacağım onu. Senin yola çıkarken söylediğin gibi 'Dağ başını duman almış'..."

CEYHUN ATUF KANSU
İstanbul’daki Tıp Fakültesi yıllarında Ankaralı öğrencileri bir araya gelmesine öncülük etmeyi seven Hüsnü Göksel’in o günlerden tanıştıklarından birisi de DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİNİ GETİRİN şiirini hepimizin bildiği Dr.Ceyhun Atuf Kansu’dur. Çocuk Hastalıkları hekimi olarak yarattığı şiir ve yazılarının yanı sıra Hacettepe’de birlikte çalışacağı Çocuk Ruh Sağlığı Hekimi Dr. Bahar Gökler’in de babasıdır.
“Çılgınlığın, kırımın günleridir. 8 Ocak 1976 sabahı Hacettepe Üniversitesi önünde vururlar Nuray Erenler 'i. Gencecik kız öğrencinin boynuna saplanır kör kurşun. Atatürk Heykeli önünden rektörlüğe gitmekte olan Prof. Dr. Hüsnü Göksel Yardımına koşar, elleri ve elbiseleri kan kırmızı olmuştur, Nuray'ın atardamarına bastırır hekim parmağını, yaşam donmasın diye. Nuray, ölüme birkaç gün direnebilir ancak.”
Ceyhun Atuf Kansu , o günlerde şu dizelerle dile getirir, Göksel'in insancı yaklaşımını:
''Sevgili doktor Hüsnü
Tut boyun damarını
Ölümün karanlığına kapa
Sabah ışığına aç gözlerini
Kızımın, bacımın, güzelimin.
Tut ki dolansın daha kan
Mayıs yeli saçlarında
Bir daha açsın kiraz dalı
 Işısın kar yıldızı bir daha
 Kızımın, bacımın, güzelimin.
Tut ki belki yarın
Bir kan gülüyle dönüp gelecektir.
Bahçesine yaşamanın  
Beynin bahar düzeni
Kızımın, bacımın, güzelimin.''

AMERİKA
1956 yılında doçent olduktan sonra 1 yıl sonra Hüsnü Göksel Amerika’ya gider. Üç yıl kalacağı bu ülkede çalışmalarını New York’taki Columbia Üniversitesi’nde sürdürecektir.
Amerika’da iken ayrıca ULUS GAZETESİ’NİN New York muhabirliğini de üstlenmiştir. Gazeteci kimliği ve Amerikan Haber Ajansı kartıyla kimselerin gidemeyeceği platformlara toplantılara girer çıkar.
EDITH PIAF
Amerika’daki ilginç hatıralarından birisi de Kaldırım Serçesi olarak da tanınan Edith Piaf ile yaşamış olduğudur.
Biletinin çok pahalı olduğunu ama ona rağmen gitmek isteyip de göremediği Edith Piaf ile ilginç bir şekilde rastlaşır.
“O gece bizim gidemediğimiz konserin yarısında safra kesesi krizi tutmuş. Bizim hastaneye kaldırmışlar. Acil ameliyata alınmış. Çıkan parça sıraya göre bana düşmüş. Safra kesesini pensetle kavanozdan çıkardım. Avucuma aldım. Küçücüktü. Taş doluydu. Güldüm kendi kendime. Her ne kadar ben Edith Piaf’ı yakından görmeyi çok istemişsem de böyle avucumun içine alacak kadar yakınlık düşünmemiştim.
İşim bittikten sonra odasına gittim. Geçmiş olsun dedim. Çok yakından görebilmiştim sonunda onu.”
   
YEŞİL AMELİYAT GİYSİLERİ
Amerika’dan gelirken ameliyathanede hekimlerin ve hastaların giyeceği giysilerin kullanılacak örtülerin örneklerini alıp getirir. Başasistan iken ameliyathanelerin dekorasyonu ve aksesuarlarıyla ilgili düşüncesini de fahri asistan Yüksel Bozer’e açar.
Yüksel Bozer; yeğeni Yağmur’un Sümerbank Genel Müdür Yardımcısı olduğunu söyler. Kalkıp birlikte Sümerbank’a giderler. Bize şu kumaştan, şu renkten lazım derler. Kaç metre diye sorulunca da “30 km.” derler. Yağmur bey ilk başta biraz şaşırır ama bu kadar ciddi konuşan doktorların heyecanını da paylaşır ve tüm fabrikaları durdurup yeşil pamuklu kumaş dokunmasına karar verir. Parasının nereden çıkacağı bile belli olmadan bu idealist çalışmaya destek verir. Kumaşların hazırlanmasından sonra Hüsnü Göksel Yardımseverler Derneği’ne gider. Atölyelerde dikilmesi için anlaşır. Sıra bu yapılanların hastanelerde kullanılmasına gelmiştir. Bu konuda Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Nusret Fişek arkasında durmuş, bu giysi ve örtüleri Türkiye’nin tüm hastanelerine göndermek üzere almıştır. Herkes çok mutludur. Bütün uzmanlar, asistanlar, herkes. Yalnız profesörler hoşlanmaz bu işten. Ayrıcalıklarına dokunulmuş gibi algılarlar konuyu. Ortak bir formayı giymeyi kendilerine yakıştıramayanlar vardır içlerinde hala. Ama bir süre sonra tüm hastanelerde bu uygulama rutinleşir. İşte o gün bu gündür Türkiye’deki bütün hastanelerde bu yeşil ameliyat giysileri, maskeleri ve takımlar kullanılmaktadır.
İKİ KİŞİYİ KISKANDIM
''İki kişiyi kıskandım ömrümde. Biri Fred Aster, onun gibi dans edemediğim için; öbürü Anton Çehov, onun gibi yazamadığım için. 1950'lerin ikinci yarısında, asistan iken New York Times'ın kitap ekinde Çehov'un İngilizcede yeni yayımlanan bir yapıtı üzerine bir yazı gördüm. Yapıtın başlığı 'Her doktorun anlatacakları vardır.' gibi bir şeydi. Çehov'un hekim olduğunu biliyordum, yadırgamadım. Ama bu başlık bana esin kaynağı oldu. Hekim olarak benim de o zaman henüz çok kısa olan meslek yaşamımda anlatacak bir şeylerim vardı ve kuşkusuz ilerde de olacaktı.”
DİPNOT: *İzmir'i işgal eden Yunanlıların sloganı 'Zito (Yaşa) Venizelos! ' idi.

Kaynaklar: Dr.Onur Çeçen ve  www.ttb.org.tr
Devamını oku

Prof. Dr. Şemsettin Ustaçelebi


Prof. Dr. A. Dürdal US’un kaleminden Şemsettin hocamız

Şemsettin Ustaçelebi 1944 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi, Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Temel Tıp bölümünden mezun oldu.

Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Mikrobiyoloji asistanlığına başlayan Ustaçelebi, daha sonra Glasgow Üniversitesi’nde Viroloji Doktora eğitimine başlayarak 1973’de mezun oldu. Glasgow Üniversitesi Viroloji Enstitüsü MRC ünitesi, Ruchill infeksiyon hastalıkları hastanesi viroloji bölümlerinde çalışan Ustaçelebi, daha sonra Hacettepe Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. 1976 yılında EMBO bursu ile İsveç Uppsala Üniversitesi Wallenberg laboratuvarlarında araştırmalarını sürdürdü. 1985 yılında Lozan, İsviçre’de bulunan DSÖ Kanser ve İmmünoloji Enstitüsünde görev yapan Ustaçelebi, 1991 yılında Unesco bursu ile Glasgow’da araştırmalarına devam etti. Hacettepe Üniversitesi’nde 1978’de doçent ve 1988’de profesör kadrosuna atandı.

Prof.Dr.Ustaçelebi, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanlığı ve Multidisiplin laboratuarları Direktörü olarak da görev yaptı.

Prof. Dr. Ustaçelebi’nin adenoviruslar, viral genetik, interferon indüksiyonu, insan papilloma virusları, virus-kanser ilişkisi, virusların replikasyon stratejileri ve hepatit virusları ile ilgili konular başta olmak üzere tıbbi viroloji kapsamında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış 200’ü aşkın makalesi ve 5 adet kitabı bulunmaktadır.

Mikrobiyoloji camiasının değerli bilim adamı,Virolojinin duayeni, çok sevgili hocamız Prof. Dr. Şemsettin Ustaçelebi’yi 23 Haziran 2008 tarihinde kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz.

ANILAR 

Yaşamdan anısal bir kesit
Tam 27 yıl önce başladı onunla çalışmamız; önce hocamdı, sonra ağabeyim, sonra arkadaşım ve sonra da can dostum oldu. Beraber çalıştık, beraber ürettik, beraber yaşadık, beraber gezdik, beraber eğlendik… Uzmanlık ve doktora tezlerimi onun rehberliğinde gerçekleştirmiş olmanın onur ve ayrıcalığını her zaman hissettim.Doktora tezimin bir bölümü,hemaglutinasyonun önlenim testiyle BK virus seroepidemiyolojisinin araştırılmasıydı. Kendisine bu test için “Virusun aglütine ettiği insan 0 grubu eritrositleri nasıl temin edeceğim?” diye danıştığımda cevabı kısa ve netti: “Benden alacaksın!” . Gerçekten onun kanıyla tamamlandı çalışmamız.

Virolojinin Şairi: Ustaçelebi
Şemsettin hocamız, kıvrak ve yüksek zekası ile mükemmel bir bilim adamı ve araştırıcı kimliğinin yanında, büyük bir eğitimci ve olağanüstü bir hocaydı. Şu anda ülkenin dört bir yanında görev yapan çok değerli öğretim üyeleri, hekimler ve araştırıcılar yetiştirdi.
Onun dersleri unutulmazdı. Ders anlatmanın ne kadar “ilahi bir ritüel” olduğunu onda gördüm. Aynı dersi yüzlerce kez dinleyebilir, herbirinden  ayrı bir zevk alırdınız. En azından benim için öyleydi… Virusları onunla sevdim, virolojiyi ondan öğrendim, derslerim için ondan feyz aldım…

Hastalık ve yaşam tutkusu
Hastalığın en zorlu zamanlarında bile hiç aksatmadan işe gelir; gidemeyeceğini bile bile ders ve konuşmalarını hazırlardı. Daha sonra da hazırladıklarını bana getirir “Son anda kendimi iyi hissetmezsem sen gidersin.” Diye benim de bir ‘göz atmamı’ isterdi. Zaten kendisine önerilen ‘radikal tedavi’yi de ,  sesini kaybedeceği ve yaşam kalitesi bozulacağı için kesinlikle reddetmişti. “Sesimi kaybedersem, her şeyimi kaybederim, nasıl ders veririm, dostlarımla nasıl sohbet ederim” diye dert yanmıştı bana bir konuşmamızda…

Yaşam insanı: Şemsettin Hoca
Şemsettin Hoca’mız tartışılmaz bilimselliğinin yanı sıra sosyal yönden de son derece renkli bir kişiliğe sahipti. laboratuarda geçirdiğimiz yoğun çalışma günlerinin ardından, hoca kimliğini bir tarafa bırakıp bölümü toplayarak, bizi ‘yorgunluk atmaya’ götürdüğü Ankara geceleri, unutulmayacak güzel anılardan sadece bir kısmıydı.

Şemsettin Hoca ve Safranbolu
Şemsettin Hoca’mız güçlü organizasyon  yeteneği ile birçok kongre ve kurs düzenlenmesine öncülük etmiş, mikrobiyoloji ve viroloji camiasında gelmiş geçmiş tüm nesilleri sevgiyle bir arada tutmayı başarmış nadide bir insandı. Kongre ve bilimsel toplantılara katılmaları için genç araştırıcıları cesaretlendirir, her yönden onlara destek olurdu.Sevgili Hocamız ayrıca, geziler ve partiler düzenlemeyi de bilimsel toplantılar kadar zevkle ve başarıyla yapardı. Düzenlediği gezilerden birinde Safranbolu sokaklarını keşfetmek; her yıl bölümümüzde aksatmadan düzenlediği yılbaşı partilerinde kendi elleriyle hazırladığı özel ‘punch’ını yudumlamak ayrı bir zevkti. Onunla çalışmaktan başka gezmek, alışveriş yapmak, bol buzlu bir içki içmek anlatılması mümkün olmayan sadece yaşama şansına eriştiğim, hiçbir zaman kalbimden silinmeyecek anılardır.

Doğum Günü: 31 Mayıs 2008
Hastalığı sırasında moralini hiçbir zaman bozmadı, bozmamaya çalıştı. Tam bir yıl direndi hastalığına… Ağır ve yorucu geçen kemoterapi ve radyoterapi seansları bile , bölüme her gün gelmesine, işine dört elle sarılmasına, hatta kitabının ikinci baskısını hazırlamam için beni motive etmesine engel olamadı. Ölümünden yaklaşık 20 gün önce, 31 Mayıs 2008 günü akşam iş çıkışı küçük bir pasta alarak doğum gününü kutlamaya gittiğimde, pastanın üstündeki sembolik tek bir mumu güçlükle üflerken bunun son doğum günü olacağını ne o ne ben düşünüyorduk. Hatta bir hafta sonra (1-5 Temmuz 2008) Kapadokya’da yapılacak olan Viroloji Kursuna beraber gitmek için bile randevulaşmıştık.
Hepimiz; bütün bölüm çalışanları, meslektaşları, eski çalışma arkadaşları, öğrencileri, dostları, kısacası tüm sevenleri büyük acı çekti onun eriyip gitmesinden… O da acı çekti bizlerin onu ‘o haliyle’ görmemizden… Büyük ders aldık son ana kadar yaşama ümidini kaybetmemesinden…Ama yapamadık, engel olamadık bir efsanenin sonsuza gidişine…
Prof.Dr.A. Dürdal US’un yazıları için;
KAYNAK: MİKROBİYOLOJİ/ TÜRK MİKROBİYOLOJİ CEMİYETİ HABER DERGİSİ



Mikrobiyoloji Öğretim Üyeleri'nin sözleriyle Şemsettin Hoca

En üzüntülü anında bile neşeli olmaya çalışan biriydi. Öğrencilerine ders anlatamayacağı için, ameliyat olmayışı, sesini kaybetmek istemeyişi beni çok etkilemişti.  Onun ders anlatışına gıpta ederdim, böyle ders anlatabilsem diye düşünürdüm.

Son derece harika bir insandı, kaybettiğimiz için üzgünüz. Zaman zaman sanki çıkıp geliverecekmiş gibi, içerde kahve içip sohbet ediverecekmişiz gibi gelir. Keşke onun dersine girme fırsatı bulsaydınız.
 Prof. Dr.  Cumhur Özkuyumcu

Şemsettin hocamızın yeri çok ayrıdır. İnanılmaz yetenekli bir hocaydı. Tanıyabileceğiniz en zarif  insanlardan biriydi.

Bir anımı anlatayım. Doçentlik sınavına girdim, yedi aylık hamileydim, hamileyken salak oluyor insan biraz, bana kompleman sistmini sordular, anlattım anlattım, ikisini anlattım üçüncüsünü hatırlayamadım bir türlü, bu yüzden gidip ona kızmıştım çünkü o anlatsaydı hatırlardım J o kadar etkili bir adamdı. Öğrenciyi çok severdi. Hem tatlıydı hem hocaydı. Derste öğrenir giderdiniz. Sizin ondan ders alamamış olmanız çok büyük bir kayıp.
  
Sosyal yönü de muhteşem olan bir insandı. Punch partileri çok meşhurdu. Puncha başlanırdı, bütün bölümde her iş dururdu. Herkes gelir elini yıkar, temiz önlükler giyer; başlanır portakallar elmalar küçük küçük doğranmaya.

Keşke diyorum, ameliyat olsaydı, sesini kaybetseydi, konuşmayı tekrar öğrenseydi. Ama bunu kendi adıma istiyorum, onun adına isteyemiyorum.

Hüzünle ama gülümseyerek andığımız bir insan olduğu için çok şanslı. Sizler de onu tanıyamadığınız için şanssızsınız. Sizin şansınız; Dürdal, Ahmet, Koray gibi hocalar yetiştirip bırakması size. Ama onun dersini dinlemenizi çok isterdim.

Çok genç bir ölüm oldu daha 62 yaşındaydı.
Ben normalde duygularını çok göstermeyen hep neşeli görünen bir insanımdır; ama hastanede Şemsettin hocanın yanından çıkınca hep ağlardım.
 Prof. Dr. Yakut Akyön Yılmaz


Şemsettin hoca, mikrobiyolojiyi seçme nedenlerimden biridir. Çok değerli biriydi. Hep onunla birilikte çalıştım, çok keyifli vakit geçirirdik.

Belki şans, belki şansızlık, hastalığının son dönemlerinde ben askerdeydim, Yanında olamıyordum ancak buraya geldikçe gidip görebiliyordum; ama belki son halini görmemem daha iyiydi.

Kendine has, çok renkli bir insandı. Kendi farklılıklarını işine ve akademiye yansıtabiliyordu bu da onu özel kılıyordu. Her yönden örnek alınacak bir insandı.
Y. Doç. Dr. Koray Ergünay

Şemsettin hoca, çok şahsına münhasır biriydi. Yemeği içmeyi, yedirmeyi içirmeyi çok seven, meslek grubu dışında insanlarla da çok sıcak ilişki kurabilen biriydi. Ona çok değer veren esnaf arkadaşları vardı. Bizleri de toplar onlara götürürdü. Beraber yer içer sohbetler ederdik. Çok neşeli, çok esprili yani kendisiyle son derece barışık bir kişiliği vardı. Kavgayı, huzursuzluğu hiç sevmezdi, çok yapıcıydı.

Çok değerliydi. Her fırsatta onu anıyoruz. Aradan ne zaman geçmiş olursa olsun, diyoruz ki ‘Şimdi Şemsettin hoca olsa şöyle derdi’. ‘Allah rahmet eylesin’ değil de ‘kulakları çınlasın’ diyoruz, yaşıyormuş gibi yani hala.

Ben buraya başladığımda ilk tanıdığım hocaydı. Otorite sağlayayım, korkutayım gibi bir tavrı asla yoktu. Son derece arkadaşça yaklaşırdı.

Araştırmalarını, asla bir hırs konusu yapmadan severek heyecan  duyarak yapardı ve bunları sohbet ortamında paylaşmaktan zevk alırdı.. Ben burada oturur çalışırken gelir, sen şaperonları biliyor musun der, anlatırdı şaperonları

Uz. Aslı Çakar




Devamını oku
11 Şubat 2012 Cumartesi

Dekan Adayları Sunumları

13 Şubat 2012 tarihinde yapılacak Dekan Adaylarını Belirleme Seçiminde, Perşembe günü 4 adaydan 3'üne oy verileceği konuşulmuştu. Ama 4 aday olması nedeniyle 2 adayın işaretlenmesinin eğilimi daha sağlıklı ortaya çıkaracağının düşünüldüğü bildirilmiş olduğundan, seçimde dekan adayı olarak 2 kişiye oy verilecek. Diğer süreçler aynı şekilde işleyecek.

Adayların sunumlarından mezuniyet öncesi eğitimle ilgili planlarını ayrıntılı bir şekilde inceledik ve size sunuyoruz. Daha fazla bilgi için; http://www.tip.hacettepe.edu.tr/ adresinden adayların sunumları indirilebilip incelenebilir.

1-Nükhet Örnek Büken
  • Öğrenciler için Kariyer Planlama Danışmanlık Birimi oluşturulacak, Psikolojik Danışmanlık Rehberlik (PDR) bölümüyle işbirliği yapılacaktır. 
  • Stajlar da dâhil olmak üzere Ölçme Değerlendirme Birimi kurulacak ve ders notları girişi ve öğrenci işlerindeki işlerin bilgisayar sistemi üstünden yapılmasını olanaklı kılacak otomasyon sistemine geçilecektir. 
  • Öğrencilerimizin klinik öncesi dönemde klinikle tanışıklığını sağlayacak ve bu şekilde motivasyonlarını arttıracak preklinik-klinik ortak programları uygulanacaktır. Preklinik-klinik uyumluluk çalışması ilgili bölümlerle işbirliği içerisinde gerçekleştirilecektir. Hasta güvenliği gözetilerek klinik ziyaretler arttırılacaktır. 
  • Tıp eğitiminde tam öğrenme esastır. Stajlarda ve İntörnlükte belirlenmiş öğrenim hedeflerinin değerlendirmesi Ölçme Değerlendirme Birimi tarafından yapılırken, öğrencinin görev ve sorumluluklarının tanımının, her anabilim dalı için yapılması, intörnlükte görev analizinin yapılması ve öğrencilere serbest çalışma saatlerinin tanımlanması sağlanacaktır. 
  • Eğitim alırken aynı zamanda hizmet de sunmakta olan son sınıf öğrencilerimizden öğrenim harcı alınması uygulamasının sonlandırılması konusunda gerekli girişimler yapılacaktır. Ayrıca son sınıf öğrencilerimize hastanemizde verdikleri hizmetin maddi karşılığının ödenmesi ile ilgili girişimler de başlatılacaktır. 
  • Öğrencilerde öğrenme isteğinin arttırılması, kendi kendine öğrenme ve yaşam boyu öğrenme becerisinin erken dönemde kazanılması önemlidir. Preklinik dönemde verilen “sorun temelli”, staj döneminde verilen “olgu temelli” yaklaşımlar ve yaşam boyu öğrenme pratikleri pekiştirilecek, kendi kendine öğrenme ve kanıta dayalı tıp konularında deneyim kazandıracak yöntemler uygulanacaktır. 
  • Staj yerlerinin ve sürelerinin belirlenmesi konusunda yeniden yapılacak düzenlemelere gereksinim olduğu dile getirilmektedir. Bu konuda ilgili anabilim dalları ve staj dönemi öğrencilerinin görüşleri esas alınarak yeni bir düzenleme için bir komisyon görevlendirilecektir. 
  • Öğrencilerimize burs temini konusunda özel sektör, resmi kurumlar ve sivil toplum kuruluşları nezdinde girişimlerde bulunulacak ve konu ısrarla takip edilecektir. 
  • Öğrenci laboratuarları ilgili disiplinlerin önerileri ve çağın gerekleri doğrultusunda yeniden düzenlenecek, fiziksel ve teknolojik yönden modernize edilerek, ergonomik ve tam donanımlı laboratuarlar haline getirilecektir. 
  • Öğrenci sayıları: Avrupa Birliği standardına göre öğretim üyesi sayısı esas alınarak programlara öğrenci yerleştirilmesi için YÖK, ÖSYM ve Hükümet nezdinde gerekli girişimler yapılacak ve konu titizlikle takip edilecektir. 
  • Tıp Fakültesi sınırları içerisinde kablosuz internet erişim sistemi kurulacaktır. Öğrencilerimize mezuniyet sonrasında da iletişimi sürdürmelerini sağlayacak şekilde “hacettepe.edu.tr.” uzantılı e. posta adresleri verilecektir. 
  • Her öğretim yılı sonunda dekanlığın başkanlığında, koordinatörler kurulunun da katılacağı, o öğretim yılının değerlendirileceği ve öğrenci geri bildirimlerinin alınacağı bir öğrenci meclisi toplantısı yapılacaktır. 
  • Öğrencilerimizin sosyal sorumluluk/duyarlılık projeleri geliştirmeleri ve uygulamaları desteklenecektir. 
  • Öğrencilerimizin araştırmalara katılımı teşvik edilecek, araştırmalara öğrenci katılımını uygun gören bölümlerin web sayfalarından duyurularını yapmaları ve araştırmacı öğrencilerin takibi dekanlık tarafından organize edecektir. Öğrenciler katılım belgesi ile ödüllendirilecektir. 
  • Öğrencilerimizin ortak kullanım alanlarının (tuvalet, amfi) temizliğinin düzenli olarak yapılması ve sarf malzemelerinin temininde sorun yaşanmaması konusunda denetim düzenli olarak yapılacaktır. 
  • Öğrencilerimize yönelik, temel ders materyallerini de içeren bir okuma/çalışma salonu tefriş edilecek ve grup çalışmaları için uygun çalışma ortamı temin edilecektir. 
  • Uygun amfi çıkışlarına otomatik satış yapan makinelerin konması sağlanacaktır 
2-Gülsev Kale
  • Her yıl alınacak öğrenci sayısının belirlenmesi
  • Nitelikli öğrenci tanımının netleştirilmesi-ölçülebilir değerlendirme kriterleri
  • Öğrenim süresince ders başarısı düşük öğrencilerin kurulacak olan özel destek ve teşvik ekipleri tarafından izlenmesi ve sorunların saptanması
  • Öğrenim hedeflerine uygun ders programlarının oluşturulması
  • Öğrencilerin bilimsel merak yönünde geliştirilmesi ve teşvik edilmesi
  • Başarıyı ölçmek ve değerlendirmek için yapılan sınav ve kullanılan yöntemlerde bölümlerarası farklılığın en aza indirilmesi
  • Klinik staj sürelerinin öğrencilerden alınan geri bildirimler doğrultusunda yeniden düzenlenmesi
  • Akran eğitimine yönelik programların oluşturulması
  • Temel bilim-Klinik Eğitim ve Uygulama işbirliğinin güçlendirilerek sürdürülmesi
  • TUS sınavının iki aşamada yapılması konusunun tartışılması ve alınacak kararların ilgili makamlara iletilmesi
  • 1. aşama: Dönem 3 sonunda, Temel Tıp eğitimine yönelik olmalı, Dönem 5 bitimine kadar barajı aşmak veya puan yükseltmek adına sınava tekrar girebilme hakkı verilmeli
  • 2. aşama: Mezuniyet sonunda, klinik eğitimi sorgulamaya yönelik düzenlenmeli ( vaka çözümleri, tanı ve tedavi yaklaşımları irdelenmeli)
  • Bu değişiklik Dönem 6 sorunları için önemli bir iyileştirme sağlayabilir
  • Öğrenci merkezli eğitim ve öğretim anlayışının öğrenci + öğretim üyesi merkezli olarak ele alınması
3-Sarp Saraç
  • MBL maketlerinin yenilenmesi
  • Ortak simülasyon merkezi kurulması
  • Thin client sisteminin 2. Yarıyılda kullanıma geçmesi
  • Öğrenci portfolio sistemi, e-fakülte
  • Tüm derslerin elektronik ortama aktarılması ve temel-klinik arası dikey integrasyon
  • Ders materyallerinin hazırlanması
  • 2.yarıyılda danışmanlık sistemine başlanması (Sadece ilk 3 dönem, 2012-2013 yılında tüm dönemler)
  • Sene sonunda kariyer günleri
  • İntörnler için iş tanımı
  • İntörn karnesi
  • İntörn anayasası
  • Hekim ve kurumun malpraktise karşı korunması
4-Bülent Sivri
  • Mezuniyet-Mecburi hizmet-MD PHD programı birlikteliğindeki sıkıntılar giderilecek
  • Öğrenci öğrenme kontrolü sağlanacak
  • Yatay ve dikey integrasyon sağlanacak
  • İntörnler için ücretsiz eğitim programları, deneme sınavları
  • Öğrencileri TUS dershanelerinden kurtarmak
  • Modern derslikler, akıllı tahta yapılacak
  • RSS Hacettepe ile bilgiye kolay ulaşım
  • Ders materyallerinin hazırlanması
  • Burs programları
  • Yurt dışı eğitim olanakları
Devamını oku
9 Şubat 2012 Perşembe

Dekan Adaylarını Belirleme Seçimi

Haber: Halit Bacı

Biliyorsunuz dekanlık seçimi pazartesi günü yapılacak. Bugün ise dekan adaylarımız sunumlarını yapıp projelerini anlattılar. Biz de bugünkü sunumlardan kısa bir özeti sizinle paylaşacağız.

Daha önceki senelerde ve yönetmeliğin verdiği yetki ile Rektör, Fakülte Dekanlığına aday olan isimler arasından üç ismi YÖK’e gönderiyordu. YÖK  de bu üç isimden birini seçmekteydi. Prof. Dr. Murat Tuncer döneminde ise artık dekanların seçimle belirleneceği gündeme geldi. Bugün sunumlar sonrasında rektörümüz Prof. Dr. Murat Tuncer kısa konuşmasında şunları belirtti: YÖK’e gönderilecek üç ismin belirlenmesinde bir nevi “eğilim yoklaması” yapılacak. Bu seçimde ise Öğretim Üyelerinin yanı sıra Öğrenci Temsilcileri ve Araştırma Görevlileri de oy kullanabilecek. Seçim ise oy kullanacak kişilerin 4 aday içerisinden 3 ismi belirtmesi ile gerçekleşecek.

Seçim şeklinin belli olması ile kafalarda pek çok yeni soru işareti oluştu. Salondaki bazı öğretim üyeleri ve adaylardan Prof. Dr. Sarp Saraç konuya ilişkin görüşlerini belirttiler. Seçimin gerçekten demokratik bir devrim olduğunu fakat seçim sisteminin bu demokratikliğe gölge düşürdüğünü ifade ettiler.


Prof. Dr. Murat Tuncer'in "Dekan olduktan sonra hastane-dekanlık arasındaki eğitim ikiliğine nasıl bir çözüm düşünüyorsunuz?" sorusuna en ilginç cevap Bülent Sivri’den geldi. Başhekimler veya hastane koordinatöründen birisi dekan yardımcısı olsun fikrini öneren Sivri, dekan yardımcılarının sayısının da 3’e çıkarılabileceğini söyledi.

Daha sonra Tıp Fakültesi Temsilcisi Mustafa Şenol Akın söz aldı. Konuşmasında ilk defa uygulanan seçimin oldukça iyi olduğunu ama bundan sonraki seçimlerde tüm öğrencilerin seçime katılması gerekliliğini vurguladı. Öğrenciler için ayrı sandık kurulması gerektiğini düşündüğünü söyledi. Göreve gelen dekanın da ilk önce otomasyon sistemi ve ders kaynakları sorununu çözmesini beklediğimizi vurguladı.

Temsilcilerimiz ve dekan adayları birlikte fotoğraf çekildiler:



Seçimle ilgili genel bilgileri verdikten sonra şimdi dekan adaylarımızı daha yakından inceleyelim;

Prof. Dr. Nüket Örnek Büken
1967 yılında Ankara’da doğdu.
İlk ve Orta öğrenimini Ankara’da tamamladı.
1991 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi.
Aynı Fakülte’nin Tıp Tarihi ve Deontoloji bölümünden doktora (PhD) diplomasını 2000 yılında aldı.
2001- 2005 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji – Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisi olarak çalıştı.
2004 – 2005 yılında Yale Üniversitesi’nde “Interdisipliner Bioethics Project” ve Yale Üniversitesi History of Medicine bölümünün etkinliklerine katıldı.
2005 tarihinde Doçent,
2010 yılında Profesör oldu.
Halen HÜTF Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak görev yapmaktadır.
AÜ Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Öğrenciliğinde 2. Yılındadır.
HÜ Hayvan Etik Kurulu, HÜ Senato Etik Kurulu ve HÜ Bilimsel Araştırmalar Değerlendirme Komisyonu üyesidir.
Aynı zamanda UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Biyoetik İhtisas Komitesi üyesidir.
Dr. Nüket Örnek Büken’in başlıca akademik ilgi alanlarını ve çalışma konularını şunlar oluşturmaktadır: Klinik İlaç Araştırmalarının Etik Yönleri, Hasta ve Denek Hakları, Tıpta Kötü Uygulamalar, Araştırma Etiği, Tıp Etiği Eğitimi, Tıpta İletişim ve Hekim-Hasta İletişimi, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sorunları.
Evli ve 2 çocuk annesidir.

Prof. Dr. Gülsev Kale
1947 yılında doğdu .
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1969’da mezun oldu.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini 1973′te  tamamladı.
1980′de doçent,
1988′de profesör oldu.
1973′ten beri İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi Pediatrik Patoloji Ünitesi’nde çalışmaktadır.
2000 yılından itibaren Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı görevini halen yürütmektedir.
Pediatrik patoloji ve nöromuskuler hastalıkların patolojisi ile ilgilenmektedir.

Prof. Dr. Sarp Saraç
1967  yılında Ankara’da doğdu.
İstanbul Kadıköy Anadolu Lisesi’ni 1985’te ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1991’de bitirdi.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini 1996’da tamamladı.
2000’de doçent oldu.
2004 yılında “Malleus grip stapedektominin uzun dönem sonuçları” konusunda için Tubitak bursu ile Amerika Birleşik  Devletlerinin Boston şehrinde bulunan Massachusets Eye and Ear Infirmary kliniğinde çalıştı.
2006 yılında profesör oldu.
4 Sene boyunca Tıp Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevini sürdürdü.
Tıp Fakültesi Dekanı olarak geçtiğimiz 1 yıllık süre zarfında görev aldı.
Kulak hastalıkları (otoskleroz, süreğen otit, baş dönmesi, çınlama, işitme azlığı, koklear implantasyon) özel ilgi alanlarıdır.

Prof.Dr. Bülent Sivri
1957 yılında İstanbul’da doğdu.
Ankara Fen Lisesi’nden 1975 yılında, Hacettepe Tıp Fakültesi’nden 1982 yılında mezun oldu.
1982-1984 yıllarında Mardin’de mecburi hizmet yaptı.
İç Hastalıkları uzmanlık eğitimini 1984-1989 yılları arasında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde, yandal eğitimimi 1989-    1991 yılları arasında A.B.D Virginia Üniversitesi Gastroenteroloji Kliniğinde tamamladı.
Doçent ünvanını 1992 yılında aldı. 1996 yılında “European Science Exchange Programme (ESEP)”dan aldığım burs ile London University GI Science Research Unit’te “Visiting Professor” olarak çalıştı.
1998 yılında profesör olarak atandı.

http://www.tip.hacettepe.edu.tr/ adresinden adayların sunumları indirilebilip incelenebilir.
Devamını oku
 
;