6 Şubat 2012 Pazartesi

Bir Delinin Hatıra Defteri

Evet, sonunda giriş salonunda bekliyorduk. Aylarca bilet bulmak için uğraştığımız oyunu sonunda izleyebilecektik. Ama oyunun başlamasına çok az bir süre kalmıştı ve hala içeri alınmıyorduk; hafif bir sinirlilik hali bürümüştü içimizi. Sonunda buyruk verildi, girdik stüdyo sahnenin o mistik gizeminden içeri.

Ve daha önce stüdyo sahne hakkında fikri olmayan bizler için ilk şok! Çember oluşturacak şekilde dizilmiş 3 sıra halinde sandalyeler, ortada da vinç. Evet, yanlış okumadınız, bir vinç. Vincin üzerinde de maket mi gerçek mi tartışmaları yaptığımız bir bacak salınıyor.

Düzenekteki duman makinesi ortamda bir sis bulutu oluşturmaya başlayınca tamam diyorsun. Ve yavaşça yukarı kalkıyor o sallanan bacak, doğruluyor maket mi gerçek mi tartışması yaptığımız siluet. İşte karşınızda Erdal Beşikçioğlu!

Tamam diyoruz içimizden, içeriye neden geç alındığımız anlaşıldı. Başlıyor bize anlatmaya usta oyuncu, bir tiyatro oyunu nasıl olmalı, bir tiyatro oyuncusu nasıl olur diye. Bir saniye gözünü kırpmadan izliyorsun. Fırsat vermiyor ki; bazen vincin üzerinde akrobasi hareketleri yaparcasına dolaşıyor, bazen vinci de bırakıp üst kısımdaki demir parmaklıklarda koşuyor, bazen de vinci döndürürken tam önünüzde durup gözlerinizin içine bakarak okuyor hatıra defterinden. Farkında olmadan usulca koparıyor sizi yaşadığınız hayattan. Sanki köpeğiyle konuşan o değil de sizsiniz. Sanki o değil adım adım yaklaşıp aklı yerinden alınan. Usulca aralıyorsunuz hayal dünyasının kapılarını ve artık orada yaşamaya başlıyorsunuz oyun boyunca. Ve oyun bittiğinde Erdal Beşikçioğlu aşağıya, yanınıza gelip her yerinden su gibi terler boşanarak kalan son dermanı ile önünüzde saygıyla eğildiğinde tekrar anlıyorsunuz: Tiyatro...

Ömer Faruk TURAN

 
;